Kayıtlar

2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

kendime güncelleme

Yine hedeflenen bir şeyler yapılamadı. Yoga ile ilgili yazayım diye düşünürken işe başladım. Şehir değiştirdim. Yeni bir eve, yeni bir göreve sahip oldum. Yoga ile ilgili yazamadım ama kendime küçük bir yoga alanı yaptım evde, ne güzel. Hep öyle oluyor ya plan yapınca, oldu yine. Irmak akıyor devamlı çünkü. 6 kasımda yazmışım en son. 15 aralık şimdi ise. Yine çok şey hissettim, düşündüm, değiştim. Bugün kısa ve tek bir düşüncemi yazacağım.  Not edilmeyen düşüncelerimi her çağırdığımda bulamıyorum çünkü. ➰ Ruhsal sağlığı koruyarak başarılı olmanın zorluğuna inanmaya başladım. Akşam yarım saat kitabımı okuduğum, haftada bir tane güzel film, ayda bir oyun  izlediğim, her gün dua edebildiğim, sık sık güzel insanlarla muhabbet ettiğim, aileme güzel vakit ayırabildiğim, çok sağlıklı yemekler yapıp, sporu ihmal etmediğim evimin de bu arada temiz ve düzenli kalabildiğim bir sınav dönemi benim gibi biri için imkansız mı? Sona doğru gülmeye başladım bile (: Beni ben yapacak ol...

neden yazıyorum ki?

O kadar çok dedikodu, o kadar çok "çok ayıp", o kadar çok "hımm demek öyleymiş", o kadar çok aşağılama, o kadar çok böbürlenme var ki... Sadece dışarıda, başkalarında değil. Zaman zaman bende var. İçimde. Bazen zorla nüfuz ediyor ama bazen pek de hoşuma gidiyor gibi. Herkes "ennnn" olmanın peşinde gibi. Ne olduğunun da önemi yok da sanki. "En" olsa yetecek. herhangi bir zirvede tek başına görünsün, isterse birkaç gün olsun, yeter. Küçük küçük "en"lerin peşindeyiz. Büyüklerine harcayacak özverimiz kalmadı. Gösterişle patlayıp hızla sönenleri hafifçe parlamakta olana tercih ettiğimiz zamanlar içindeyiz. İnsanı kendinden koparan bir şeyler sürekli kulağımdan, gözümden girip zihnimi istilaya kalkışıyor. Duruma göre cephe alıyorum. Zayıf düşüp bırakıveriyorum bazen kendimi. Hiç de umrumda olmayan şeyleri konuşurken, düşünürken hatta yargılarken buluyorum kendimi. Üstelik bazen görevmişçesine yapıyorum bunu. Birileri ...

zamana dair zamansız bir yazı

Zamanla ilgili yazmak istiyorum hep. Asla tam olarak idrak edemediğime inandığımdan.. Kafamı en çok yoran kavram hep “zaman”.  Zaman öylesine baskın ki diğerlerinden, tam orta yere onu koymazsan sürüklenip duruyorsun.  Sanki biz zamana ait değiliz de o bize aitmişçesine. Meva’nın zamanı değil de zamanın Meva’sı var.  Meva”nın zamanı dersen, bir kez her şeye o gözle bakarsan, bu evrenin zamanına uymuyor bir türlü. O sonsuz dinamiğin içinde sanki dört bir yana savrulan Meva gibi binlercesinin zamanı...  Ara ara “anlık” çarpışmalar ve oluşan düşünceler, olaylar, durumlar, duygular... Bir yere yetişemeyişimin zamanı, hücrelerimi eğip büken zaman, duygumun zamanı, annemin zamanı, ülkemin zamanı, bilgimin zamanı, aynı olabilir mi?  Senin zamanın benimle aynı akabilir mi? Ya onunki? Biz onun zamanının neresindeyiz? Daha çok koşsam biraz spor yapsam benim zamanım da daha hızlı akar mı ya da benimkini durduracak gücüm olur mu? Senin benimle a...
Uzun uzadıya düşüncelerim var. Yazmak için kısa kısa fırsatlarım. Aklıma gelen bir şeyi toparlayabileyim diye aylarca bekliyorum bu aralar. Sonra kafama takılanlara ekleniyor bir yenisi, unutuyorum onu. Kısa kısa not düşeyim artık dedim, sadece kendim için. Dönüp okumak için.  Hasta olmak üzerine düşündüm, üç gün yataktan kalkamazken. Hasta olma durumu ve psikolojisini.  Nil (Karaibrahimgil) bir yazısında diyordu ki  " her gün oku. her şeyi oku. ağaç olmak nasıldır, van gogh olmak nasıldır, ikinci dünya savaşı'na katılmış olmak nasıldır?"  Hasta olmak nasıldır peki? Bunun için okumana gerek de yok üstelik. Sen de sık sık bunu yaşıyorsun. İki gün önce sahip olduğun yetilerini kısa süreli olarak -şükürler olsun ki, kısa- kaybettiğinde ne kadar mahzun ve aciz olduğunu düşündün mü? Bu sana ne hissettiriyor, yokladın mı?  Hastayken tam bir huysuz ve tembel oluyorum. Hasta Meva dünyanın en alıngan insanı.  Hasta Meva kimseye yük olmayayım derken asl...

Düşüncen yanlış olabilir yeter ki kulağıma güzel gelsin!

Resim
Uzun zamandır kendime söyleyecek çok sey vardı da, elim klavyeye gitmiyordu. Genç iki çocuk nedeniyle dayanamadım yazdım. Birisi Aybüke, öğretmenliğinin bir senesini bile dolduramamış, Batman'da doğasına hiç de uygun olmayan şartlarda yaşamaya çalışan bi çiçek. Koparmayı görev edinmiş, soysuzlar (evet soysuz, insanlıkla bağı kalmış olamaz) tarafından "koparıldı". Öldürüldü'yü koyamıyorum yanına, siz anlayın. Bu konuda diyecek tek bir şey bulamıyorum, iki dakikalık kayda alınmış sesi beni kendi başıboşluğumdan koparmaya yetti, ki uzun süredir olmuyordu bu. Hissizleşmiş bir yönüme dokundu sesi. Allah senden razı, biz senden razı, ama biz  en çok  mahcup sana. Diğer konuda kelimeler kifayetsiz kalsa da bir konu hakkında söyleyecek bir şeylerim var.O da bir başka çocuk hakkında. Adı Enis Sipahi. Bi süredir mezuniyet konuşması dolaşıyor sayfalarda. Tesadüfen görüp izledim. Enis, başarıları ya da hayatıyla ilgili hiçbir fikrim yoktu. Bu çocuk kimdir, o noktaya nasıl gelmi...

neden kalp ile düşündüklerim?

"kalp ile düşünmek" duyduğum ilk andan beri hoşuma giden bi kalıp. Ve bunun bir gerekliliğim olduğunu, duyana kadar fark etmemiştim. Hep çok konuşan biri oldum, çok da düşünen, çok hisseden, çok ağlayan. Konuşmak dışında kalanlar hep ufkumu açtı. Ama asla düşündüğüm kadarını aktaramadığımı anladığım an çoğunluğa susma kararı aldım sanırım, sadece duymak isteyenler duysun hayatın rastgele anasayfalarına düşmeyim istedim, yazdıklarım en çok bana bir de benim gibi olana bu yüzden. Çünkü bazen öyle bir derinlik olur ki konuşmak ihtiyacı ortadan kalkar, bunu bilirsiniz. Bilirsiniz o aktarılan "beynin" düşündükleri, binlerce nöronun üzerine basarak harika bir planla iletilen, mükemmellik için uğraşılan. Beynimle çok fazla düşündükçe ben o hayran kaldığımız hatta esiri olduğumuz beynimizin hep biraz sinsi olduğuna inandım, her şeyi eleyerek aktarıyordu, kendini sanki biraz fazla düşünüyordu, hayran kaldığım yönleri oluyordu ama kesinlikle eksikti. Düşünsenize hiçbir zaman...