zamana dair zamansız bir yazı
Zamanla ilgili yazmak istiyorum hep. Asla tam olarak idrak edemediğime inandığımdan..
Kafamı en çok yoran kavram hep “zaman”.
Zaman öylesine baskın ki diğerlerinden, tam orta yere onu koymazsan sürüklenip duruyorsun.
Sanki biz zamana ait değiliz de o bize aitmişçesine. Meva’nın zamanı değil de zamanın Meva’sı var.
Meva”nın zamanı dersen, bir kez her şeye o gözle bakarsan, bu evrenin zamanına uymuyor bir türlü. O sonsuz dinamiğin içinde sanki dört bir yana savrulan Meva gibi binlercesinin zamanı...
Ara ara “anlık” çarpışmalar ve oluşan düşünceler, olaylar, durumlar, duygular...
Bir yere yetişemeyişimin zamanı, hücrelerimi eğip büken zaman, duygumun zamanı, annemin zamanı, ülkemin zamanı, bilgimin zamanı, aynı olabilir mi?
Senin zamanın benimle aynı akabilir mi? Ya onunki? Biz onun zamanının neresindeyiz?
Daha çok koşsam biraz spor yapsam benim zamanım da daha hızlı akar mı ya da benimkini durduracak gücüm olur mu?
Senin benimle aynı anda mı gelir uykun, ben senden önce mi acıkırım? Benim midemin zamanı seninkinden niye başka?
Biraz zamanın varsa seninle konuşacağım ama senin “o zamanın” ile benim “o zamanımı” kesiştirecek olan nedir bulamıyorum. İmkan zamanın neresinde ki, onu bulamadık bazen?
Uyurken, hem de rüya bile görmezken akıp giden zaman gerçekten “benim” mi?
Sen onu severken tam o sırada o seni seviyor mudur?
Sen beni benim seni özlediğimden iki dakika önce mi özledin?
Birbirimize kızmıştınız ya önce hanginiz kızdı, kim biraz daha geç affetti?
Hep birlikte aynı şarkıyı söylediniz sahnede, şarkıyı ilk kim bitirdi?
Sen son dakika işaretledin o soruyu ama ben dakikalarca düşünüp boş bıraktım. O sorunun hakkı olan zaman aynı mı ikisinde de?
O sınava ben hiç çalışmadım ama sen yıllarını verdin ya o sınav yüz seksen dakika mı ikimize de?
“Ayrıldık” dedi biri. Düşünsene biri o an ayrılmıştı diğeri yıllar sonra. Ayrılığın zamanı aynı mıdır?
Kalbi durmuş, ölmüş dediler sana. Kalbin ölmesi ile beynin ölmesinin zamanı bir değil, öğrendin. Ölümün zamanı nedir o halde?
Gözlerine bakınca zamanını durduran kişi için ömrüne birkaç yıl eklenmeli miydi?
Toprağın altına koyduğun çok sevdiğinin, şimdiki anında olmadığını söylemek doğru mu?
Onu hatırladığında zamanlarınız kesişmiş olur mu? Yaşadığın platonik bir anı mıdır yoksa?
Gitmeyi çok istediğin çok sevdiğin o şehir, ayakların değdiğinde toprağına, hala aynı şehir mi? İçindeki onlarca insan, uğultusu, havası aynı mı senin özlediğin anda?
Sevgisini kalbine sığdırmakta zorlandığın evladın, senin çocukluğunun “hiç”i olabilir mi? Anneliğin zamanı doğumla mı başlar sahiden?
Hiç unutamadığın o “an” konusunda ne düşünüyorsun pekala? O an ölümsüz mü oldu, zamanı mı yendi? Zihinsel bir yanılgı mı dersin?
Üzüldün, ağladın biraz. Üzüntünün zamanı ile aynı mı gözyaşının zamanı? Gözyaşın geç mi aktı yoksa hislerinden?
İki gün sonra tanışacağım insan benim zamanımın neresinde şimdi?
Sarıldık dedin, konuştuk, görüştük, anlaştık.
Sen beni gerçekten tam da benim seni anladığım o an mı anladın? Yoksa sıralı anlayışların yıllanmış bir sonucu mu anlaşmak?
Sen baktığında çoktan ölmüş olan yıldız gibi midir her şey? Ben senin “an”ına yetişir miyim, yoksa dününü yaşamaya mı mahkumum?
Yaşadığımız onca şey kısacık an çarpışmalarına verdiğimiz tepkiler midir?
“An”ları “hep” yapan neydi? “Hep” olabilir miydi bir şey?
Süregelen durumları oluşturan neydi, zamanları iç içe sokan?
“Anı yaşa! Hangisini?
Kanımın aktığı damarın içinde mi şimdim, onu düşünen aklımda mı, bunu hisseden kalbimde mi, şunu tutan elimde mi, oraya giden bedenimde ya da onlara seslenen dilimde? “
derken geçip giden şimdim mi, dün mü demeliyim artık ona?
Yorumlar
Yorum Gönder