neden kalp ile düşündüklerim?



"kalp ile düşünmek" duyduğum ilk andan beri hoşuma giden bi kalıp. Ve bunun bir gerekliliğim olduğunu, duyana kadar fark etmemiştim. Hep çok konuşan biri oldum, çok da düşünen, çok hisseden, çok ağlayan. Konuşmak dışında kalanlar hep ufkumu açtı. Ama asla düşündüğüm kadarını aktaramadığımı anladığım an çoğunluğa susma kararı aldım sanırım, sadece duymak isteyenler duysun hayatın rastgele anasayfalarına düşmeyim istedim, yazdıklarım en çok bana bir de benim gibi olana bu yüzden. Çünkü bazen öyle bir derinlik olur ki konuşmak ihtiyacı ortadan kalkar, bunu bilirsiniz. Bilirsiniz o aktarılan "beynin" düşündükleri, binlerce nöronun üzerine basarak harika bir planla iletilen, mükemmellik için uğraşılan. Beynimle çok fazla düşündükçe ben o hayran kaldığımız hatta esiri olduğumuz beynimizin hep biraz sinsi olduğuna inandım, her şeyi eleyerek aktarıyordu, kendini sanki biraz fazla düşünüyordu, hayran kaldığım yönleri oluyordu ama kesinlikle eksikti. Düşünsenize hiçbir zaman tedbirsiz hareket etmiyor, hep basamaklar, denemeler, kontroller, tedbir. Harika bir proglamlayıcı, her şeyi ölçüyor, biçiyor sonra bi hafızaya bakıyor karşılaştırıyor, hep en iyisini yapmak istiyor çoğu zaman da günü "beyin" kurtarıyor. O beyin iflas ettiğinde insandan bi anda "bitki"ye geçiliyor.( baktığında müthiş önemli ama bitkiler cok daha masum, samimi bu bir gerçek). Ama her şeyin ötesinde en güzel kendi kendini kandırabilen organ da o, sana bak bu önemli diyor, uğraşıyorsun, bakıyorsun tam da 'oldu bu iş!' derken ya o kadar da önemli değildi diyor, sonra kızıyorsun. Ama sana yeni bir plan hazırlamış bile, seni ve zaaflarını çok iyi biliyor, sık sık da kullanıyor. Ona kontrolü kaptırdığın zaman seni öyle muazzam bir süreklilikle koşturuyor ki, düşünerek yaşadığını sanıyorsun ama sadece koşuyorsun. Bazen nereye koştuğunu bilemiyorsun, 'sen koş ben yolun sonunda sana söyliycem' diyor, çünkü o hep senin için en iyisini düşünür ya. Yolun sonunda sana açıklayacağı tek şey yeni hedefin.


Yalnızca beynini kullandığın anlarda sana 'ben neyi neden yapıyorum?' deme fırsatı vermiyor. Çünkü bunu sorgularsan boğulursun. Her neyse bu konuda asla susmayabilirim. (geri kalan tüm konularda da) şimdi asıl adamımız olan kalbe geliyorum. Bu da en az beyin kadar tehlikeli özellikle de modern bi çağ onu "kendine aşık olmak" için kullanılan bi nesne haline getirdiyse. Kalp evet temelde aşk için, sevmek içindir ama o "aşk" diyemeyeceğim hani çoğu insanın gercekten de unuttuğu, yüzeysel ve hırs dolu ilişkilerinin başına başlık diye attığı, gösteriş unsuru, nasıl da yakışıyoruz mükemmeliz malzemesi olup sıkışan cismani olanı değil. Klişeden kırılıyor olsam da "gerçek aşk", Romeo Juliet falan yapmıycam , önce başka bir duyguya odaklanmak istiyorum, o da "huzur". Kalbin ihtiyacı olan, kalbi temelde besleyen "tek duygu". Huzur çünkü, her şeye tahammül ettiren, gücüne güç katan, varlığa kalbinle bakabilmeyi gerektiren bi şey olmalı. O mükemmel beynin dünyada algıladığı her tür zorluğu hafifleten, 'dayanabilirsin ben varım çünkü' diyen, en kıymetli olan. Tüm dinler ve bilimum meditasyon yöntemleri tek bi duyguyu vaad eder mutluluk, heyecan,tutku falan değildir o "huzurdur". İnsan hiçbir şeyi yokken evet huzurlu olabilir, bu nimete sahip olan insanları tanıdıkça bu duyguyu arar oldum. Bu insanlar o kadar huzurlu ki sevmeleri de askları da bambaşka, kime dokunsa zaten ask saçıyor. Her sevgi memnun eder evet ama onlar sevince daha bi memnun oluyosun, Hakk'tan geldiği için sevgisi, hakkını vere vere seviyor. O huzuru sana da bulaşıyor sanki. Bu nedenle bana göre aşk da sevgi de bir hastalık falan değil bir bakış açısıdır ama insana ve sebeplere yükleyip onu sınırlandırmak, insanın aşkına yapabileceği en kötü şey (bireye indirgendiğinde çünkü sonradan kıskançlık ve bencillik oluyo galiba, bunu hepimiz yapmışızdır). Ve anladım ki aşk tüm varlıktaki güzellikleri görmeye çalışmak olmalı. Çünkü aşkın kaynağı olan varlık bunu planlamış , aşk da huzur da bize ondan damlıyor ama biz onu kendimize ya da bir başkasına ait falan sanıyoruz.


Aşkı özümsemiş insanlarda gördüğüm en güzel sey aşkın onlarda en güzel bir dünya görüşü haline gelmesi. O kadar çok askları var ve her yere dağılıyor ki, azalmamasına şaşırıyorsun. Bu aşklardan bi tanesi yaptığın işe duyduğun aşk, "ya ben doğru bi iş yapıyorum, bu bana iyi geliyor ve birilerinin yüzü gülüyor demek", içindeki aşkın işine yansıması. Eşinle aran iyiyse "ya ben bu adamı seviyorum iyi ki var" dediğinde, yine sen kendi yansımanı görüyorsun içinde galiba. Çok açık bi şekilde sana O'nun aşkı zuhur etmiş, sen kalbinle bakıyosun etrafa. Sana "sevilmesi en güç seyleri bile sev çünkü ben seni seviyorum ve sen benim sevgimin dünyadaki yansımasısın" diyor. Sebepsiz gülmeler olur ya hani onun sebebi vardır aslında kalbin bu halidir. Biri sana 'her şey kötü giderken bile seni böyle güldürebilirim' nimetini vermiş demektir, seni aşkına katmış demektir. Çünkü o seni aşkına katmadığında senin beynini de kalbini de yalnız bıraktığında neye sahip olursan ol sen iptal oluyosun. Olur olmaz bi şeylere tutunuyosun, bu bazen işin oluyo, eşin, çocuğun oluyor evet biraz idare ediyor seni, "mutlu" olduğuna inandırıyosun kendini, ama kalıcı olmuyor, bu sefer sebebe kızıyorsun, sebep aciz kendine hayrı yok ama farkında bile değilsin. Sonra o bir an hissettiryo ki kalbinde 'sen en güçlüsün her şeye karşı, kimse yıkamaz'. Peki bu ne bir düşünce mi, hangi beyin bu kadar imkansız bir şeyi düşünür? Hiçbiri, bunu düşünebilecek olan kalptir ve onun tek bir tane düşündüreni vardır. Kalp ona ne kadar uzaktaysa galiba huzura da o mesafededir.


Mutluluğu, zevki, heyecanı beynin sever çünkü o iyi bir oyuncu güçlü bir savaşçıdır, kazanmayı kaybetmeyi sever, ona bunlar lazımdır, bunlar onu besler. Beyninin egemenliğinde yasayan insanların hayat başarısının yüksek olduğu bi gerçektir. (bu "başarı nedir ki" konusu da başka bi geniş başlık ) Oysa tekrara düşmeyi hak edecek şekilde kalbin beslendiği şey huzurdur, gönül ferahlığıdır onu en çok yokken fark edersin. Mutluluk, heyecan, nefret, öfke, tutku varlığıyla görünürdür onlardan kaçamazsın seni bulur, ama huzur en çok yokluğunda mevcuttur. Varken beynin onu yok sayar kendine baska eğlence arar durur. Beyin bu yönüyle kalbe nankördür ama deli gibi de muhtaçtır, kalp beyinsiz de yapabiliyorken beyin kalpsiz bir dakika falan yaşar (evet mecazi olarak da gerçek manada da). Hala yaşayabilmemizin sebebinin O'nun kalbimize sık sık zuhur etmesi olduğuna inandığım o varlığın da bizim kalbimizin tam içine bakacağına inanıyorum. Tüm üzuvlar bi şekilde ona ihanet ediyor, unutuyor da kalp, naparsa yapsın ondan asla uzaklaşamayacak bi halde takılı kalıyor. Bu nedenle aklım da kalbim de çok uzun süredir "kalp ile düşünebilmek", hayata karşı kalp ve beyin dengesini kurabilmek bi de dünyanın en eşsiz duygusu ve O'nun yansıması olduğuna inandığım huzura ulaşmak fikri üzerine çalışıyor. Kalp ile düşündüğümüz zaman her şey dayanılabilir ve anlaşılabilir olacak galiba. Beynimiz o çalışkanlığını kalbin önüne sunmadıkça gerçek manada başarılı da olmayacağız. Hayatın anlamı da onun anlamsızlığında sonsuzluğun anlamını bulmaktan geçiyor belki de bu yönüyle . Buna sıkışmış çok insan var, benim küçük çevremde bile sayıları çok çok, bu yazdıklarımı en çok onlar bilir. Sıkıştığımız yerden bizi kurtaracak olana yaklaşmak için ona uzanan tek yol olan "kalp" ile düşünmeliyiz, varlığa öyle muamele etmeliyiz. Ait olduğumuz tek sey O ve buna layık olduğumuz sürece nolursa olsun zaten en güzeliz. Kalbini öldürmenin, güzel hisleri devre dışı bırakmanın daha güçlü olmak olduğu yalanından el ele tutuşup uzağa düşelim. 'Ürpermeyen kalpten, yaşarmayan gözden' sakınarak ve 'bir kalbimiz olduğunu' hatırlayarak, anlatabiliyor muyum? Belki. 🌺

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Minerva’nın Baykuşu

Kısa masal: “Yorgunluktan ölüyorum” dedi arı. “Ben de ölmekten yoruluyorum” dedi kelebek.

27• gündoğumundan🌅 | İyi ki doğdum