Eylemsizlik Hareketim (!)
P.S. Gereksiz hızın içimde oluşturduğu tedirginlikle bu şarkı benzer, ama bu güzel, o kötü, neden?
"Kendi
gündemini oluşturmak" kolay ve güzel. O gündemi dış dünyadan korumak ve
buna göre yaşamak ise zor.Bunu tam anlamıyla yapabildiğimi hissedemiyorum bir
türlü.Zihni olan bitenden uzaklaştırmak ve tüm olanlara dışarıdan bakmak
soğukkanlılık, cesaret ve birazcık da emek istiyor.Zamanın akışını değilse de,
kendi akışımızı bir an için duraklatıp gözlem yapmak, yaşananlardan geri kalmak
korkusuyla kaçındığımız bir durum haline geldi. Oysa yolumuzda doğru adımlar
atmak için buna ihtiyacımız var.Öte yandan her an olması gereken bir şey de
değil bu "kendi gündemine göre yaşamak" olayı. Vicdanı olan bir
varlığın dış dünyaya tamamen umursamaz bir tavır takınması sağlıklı olmaz
elbette.Çünkü bu eylem doğru zamanda yapıldığında zihni ve kalbi koruyor, evet.
Hele ki şu devirde. Ama olmamız gereken bir yerde olamamak, o sırada kendi iç
dünyamıza saplanmış olmak geriye de götürebilir insanı.Bu yüzden kontrollü bir
şekilde olmalı bu izolasyon hali.
*
"Saatin
kendisi mekan, yürüyüşü zaman, ayarı insandır." diyor ya Tanpınar, öyle
doğrusu. O "ayarı" yapabildiğimiz zaman yaptığımız, doğru, güzel,
faydalı, iyi oluyor. Eylemi meydana getiren tüm unsurlar; zaman, mekan ve insan
eşit derecede etkili eylemin ahlaki boyutu düşünüldüğünde. Somutlaştırmak
gerekirse, zamanı geçmiş ve çoktan bitmiş bir iş için çalışmak o iş için
anlamsız ve gereksizdir artık. Bu, çabamızın başka bir yerde meyve vermesini
engellemez ama olaya "o iş" açısından bakıldığında hükmü kalmamıştır.
*
Kafama takılan
şey bu "ayarı" sağlamak konusu. Ne zaman kendi içime sığınmalıyım? Ne
zaman varlığımı ortaya koymalıyım? Evrenin, gezegenimin, ülkemin, şehrimin
benim zamanım ve zihnim üzerindeki etki alanı nedir? Çok somutlaştırıp
sıradanlaştırayım örneğimle: Ülkemin gündemi zamanımın, duygularımın, zihnimin
ne kadarını kaplamalı? Ne kadar alan var kendi hayallerime ayırabileceğim?
Cevabı herkes için farklı. Her an için farklı. Peki ben bu çok yönlü dinamiğin
içinde anlık yerimi neye göre bulabilirim?
Öyle anlar
oluyor ki, kimseyle etkileşim kurmak istemediğim. Etkileşimden yoruluyorum.Nil
Karaibrahimgil "içten sesler korosu" demiş bir yazısında, işte ben
onu duyamadığımı hissediyorum bazen. Onu duymak ve "kendi gündemimi
oluşturmak "için durmam gerektiğini düşünüyorum. Eğer bu durma eyleminin
süresini iyi ayarlarsam, koşacak zamanların planı hazır olmuş oluyor,
yapacaklarım konusunda kendime danışma fırsatı sunuyor o anlar. Bunun bir
gereklilik olduğuna inanıyorum.
İşe
gidiyorsun, geliyorsun, günlük rutin alışkanlıkların, sorumlulukların neredeyse
tüm vaktini alıyor. Bir yerden bir yere koşmalar, aynı anda üç işi birden
yapmaya çalışmalar...Tüm bunların arasında belki sadece yarım saat durup
dinlenmeye ve hiç konuşmadan da duyulan sesleri algılamaya ihtiyacımız var.
Araba sürerken
telefonla konuştuğumuz, ders çalışırken müzik dinlendiğimiz, yemeği yaparken
bulaşığı da yıkadığımız, yolda giderken, bir yerde beklerken anasayfa
güncellediğimiz, çok eğlenirken hikaye paylaştığımız bu çağda eylemsiz kalmak ve yavaşlamak unutulmuş
ihtiyaçlarımız bence.
Eylemsiz kalma
yetimiz habersizce elimizden alınmış gibi. O kadar yorulmuş oluyoruz ki, bir an
hareketsiz kalsak uyuyakalıyoruz ya da müzikle, videoyla, tweetle, mesajla bir
şekilde doldurmaya çalışıyoruz o sessizliği. Bu bahsettiğim uyumak değil, yatıp
uzanmak da değil. Tüm dış dünyayı devredışı bırakıp kısa süreliğine, düşünmeye
dahi ara vermek, hazza da, hatta kulaklıktan gelen müziğe de. Zihnini şekle
soran hatta uyuşturan ne varsa bir mola. Kimsenin müdahalesi olmayan, bir dizi,
bir film, bir video, bir şarkı ile maskelemediğimiz a küçücük bir boşluk hissi
yaratmak içimizde. Beş dakika, on dakika... İmkan neyse... Küçücük bir hiçlik
yaşamak bunca çokluğun içinde. Bu hiçlikle yüzleşebilecek cesarete sahip olmak.
*
Ben bunun ruh
sağlığımızı korumak için gerekliliğine çok inandım, uyguladığımda hafif ve
mantıklı hissettirdi kendimi. Büyük bir sıkıntıyla mücadele ederken bile
"yarım saat" uzak kalmak için yeterince insanız bence. Buna vakit
ayırmazsak bu sefer duyarsızlık mekanizmamız devreye girecek ve alacak o vakti,
belki zorla. Zihne bunu kendi isteğimizle sunmak en doğrusu, sınırını
zorlamadan. Bunun gerekliliğine inanmamı okuduğum bir yazı da etkiledi. Şöyle
diyor:
"1997’de Gordon Schulman çeşitli beyin
taramalarının sonuçlarını inceleyerek insanların özel bir konuya dikkatini
verdiğinde beyinde hangi bölgelerin aktif hale geldiğini görmeye çalışırken tam
tersini fark etti: Hiçbir şey yapmadığımızda aktif hale gelen bölgeyi. İnsanlar
dinlenme halinden bir aktiviteye geçtiğinde beynin daha aktif olması beklenir.
Ama Schulman bu durumda beynin bazı bölgelerinin sürekli daha az aktif hale
geldiğini gördü. Yani, beyin tarama cihazları içinde bir şey yapmadan sessizce
yatarken insanların beyninde bazı bölgeler herhangi bir iş yaparken olduğundan
daha aktif hale geliyordu."
Bir iş
yaparken beynimizin bazı bölgelerini çalıştırdığımıza ve geliştirdiğimize şüphe
yok. Ama bunun için sağladığımız konsantrasyon mekanizması ya
"eylemsizlik" halinde aktifleşen bölgelerin sürekli baskılanmasına
neden oluyorsa? Yani sorumluluk ve alışkanlıklarımızın bu hızlı akışı, hayal
kurduğumuz ve yaratıcı olduğumuz, özeleştiri yaptığımız, öncelik belirlediğimiz
ve kimliğimizi farkettiğimiz yani
"kendi gündemimizi oluşturduğumuz" zamanlardan çalıyorsa? Kiminin
sınırsız zevkle,alkolle, uyuşturucu maddelerle ile bastırmaya çalıştığı bir
farkındalığı aynı mekanizmayı kullanarak, hızla ve durmayarak da yok ediyor
olamaz mıyız?
Sürekli
düşünmek, sürekli çalışmak, sürekli görmek kısacası sürekli uyarılmak ve
etkileşim içinde olmak bize zarar veriyor olamaz mı? Bence sorunumuz tam da bu.
Acıyı ve sorunları hissetmemek ya da koyulan bir hedefe ulaşmak adına
durmaksızın koşup insan olmanın farkındalığından uzaklaşmak. Bu hedefin ahlaki
olması da buna istisna oluşturmuyor üstelik. İşte bu yüzden eylemsiz kalmak,
evrenin geri kalanına "siz devam edin ben biraz burada kalacağım"
diyebilmek cesaret istiyor şu devirde. Hiç istemediğimiz bir şey için çaba
gösterdiğimizi bile yıllar sonra farkediyorsak durmadığımız ve içimizi
dinlemediğimiz vakitlerin sonuçlarıyla yüzleşiyoruz demektir. Ve kısacık ömürde
bu kabul edilemez bir kayıp!
*
Saatler falan
değil öyle, sadece dakikalar harcayarak, günün geri kalan dakikalarında daha
enerjik ve sağlam olmanı sağlayacak bu "eylemsizlik" anlarını
esirgeme kendinden. Dur. Sadece dur. Bakma, izleme, dinleme, konuşma. Gelmesin
dışarıdan bir ses. Akıl vermesin kimse. Kitap bile okuma o an. Öldürmeye de
çalışma zamanı zevklerinle. İçme o sigarayı da artık. Kahven de biraz beklesin.
Kahvesiz de ayılabileceksin sabahları, emin ol. Kısa bir süre için bağlamayı
bırak kendini nesnelere ve olaylara.
"-ya içmediğin zamanlar?-o zaman ararım.
-hep arayacaksın sen. ya resim, ya kitap...
-tutamak sorunu.insanın bir tutamağı olmalı.
-anlamadım.
-tutamak sorunu dedim. dünyada hepimiz sallantılı,
korkuluksuz bir köprüde yürür gibiyiz. tutunacak bir şey olmadı mı insan
yuvarlanır. tramvaylardaki tutamaklar gibi.uzanır tutunurlar. kimi zenginliğine
tutunur; kimi müdürlüğüne;kimi işine,sanatına..."
Yusuf
Atılgan'ın ifadesiyle seni yoran tutamakların bir kenarda bekleyedursun.
Tutunmak zorundasın, haklısın da. 23 buçuk saat tutun onlara istersen. Geçici
çözümlerini de bırak kenara. Kapat gözlerini. Hayallerinin, özlemlerinin,
pişmanlıklarının, hislerinin, endişelerinin, mutluluklarının, iyikilerinin
zihninden süzülmesine izin ver. İzin ver ki sonraki adımların özünden gelsin,
yabancı bir dünyadan değil. İzin ver ki kaybetme kendine özgülüğünü. İzin ver
ki, önceliklerini gör. Önceliklerini belirlemen şart ilerlemen için.
*
Ben bu anlara
"eylemsizlik" anlarım diyorum. Bu benim "eylemsizlik
prensibim". Bu kampanya benim "eylemsizlik hareketim". Bu
anlarda müziği bile durduruyorum ama bir şarkıyla ifade edebilirim o anları.
Yarım saatliğine a real nowhere man
olmaya ihtiyacım var! Dinlemek istersen bak, burada.
https://www.youtube.com/watch?v=mVlM035ne2M
Asla kısa
tutmayı beceremediğim bir yazıyı daha bitirirken buraya internette rastlamış
olduğuna neredeyse emin olduğum, bir Hitit duası olduğu iddia edilen (Ayşe
Arman köşesinde bu şekilde yazmıştı )bir başka yerde ise Wilfred Arlan
Peterson'a ait olduğu söylenen ama kimin nasıl yazdığını da pek önemsemediğim
bir metni bırakıyorum. Her şey hızla akarken sen günde bir defa yavaşla, dur
sonra daha güzel devam et koşmaya diye.
"tanrım,beni
yavaşlat.
aklımı
sakinleştirerek kalbimi dinlendir...
zamanın
sonsuzluğunu göstererek bu telaşlı hızımı dengele...
günün
karmaşası içinde bana sonsuza kadar yaşayacak tepelerin sükunetini ver .
sinirlerim ve
kaşlarımdaki gerginliği, belleğimde yaşayan akarsuların melodisiyle yıka,
götür.
uykunun o
büyüleyici ve iyileştirici gücünü duymama yardımcı ol...
anlık zevkleri
yaşayabilme sanatını öğret;
bir çiceğe bakmak için yavaşlamayı, güzel bir
köpek ya da kediyi okşamak için durmayı,
güzel bir
kitaptan birkaç satır okumayı, balık avlayabilmeyi, hülyalara dalabilmeyi
ögret...
her gün bana
kaplumbağa ve tavşanın masalını hatırlat.
hatırlat ki
yarışı her zaman hızlı koşanın bitirmediğini , yaşamda hızı arttırmaktan çok
daha önemli şeyler olduğunu bileyim...
heybetli meşe
ağacının dallarından yukarıya doğru bakmamı sağla.
bakıp göreyim
ki, onun böyle güçlü ve büyük olması yavaş ve iyi büyümesine bağlıdır...
beni yavaşlat
tanrım ve köklerimi yaşam toprağının kalıcı değerlerine doğru göndermeme yardım
et.
yardım et ki,
kaderimin yıldızlarına doğru daha olgun ve daha sağlıklı olarak yükseleyim.
ve hepsinden
önemlisi...tanrım,bana değiştirebileceğim şeyleri değiştirmek için
cesaret,değiştiremeyeceğim şeyleri kabul etmek için sabir,ikisi arasındaki
farkı bilmek için akil vebeni aşkın körlüğünden, yalanlarından koruyacak
dostlar ver."
Eylemsizlik
hareketi(!) şifa olsun bizlere. Amin.
Yukarıda bahsi
geçen yazı: http://dusunbil.com/beynin-hayallere-dalmasi-neden-yararli/
Yorumlar
Yorum Gönder