Sabırla düşündüklerim 🌺


Uzun süredir sabırla ilgili yazmak istedim. Ama kendimi çokça eksik bulduğum bu konuda yazmaktan cekindim. Dilimin acemiliği kalbimin acemiliği ile birleştiğinde çekilmez olur diye düşündüm. Bu arada sabrın ne olduğuna dair düşündüm. Sabır bir his miydi, düşünce mi yoksa tavır mı? Kendime sorular sordum ama bunların arasında kafamı en çok kurcalayan soru şuydu: "Neden sabrediyoruz? Bizi sabretmek konusunda motive eden nedir? Sadece motivasyon sağlayan durumlarda mı sabrediyoruz yoksa çaresizlik karşındaki o pasif kalma haline sabır mı diyoruz?" Sadece anlam bakımından bile pek çok durumda biz "sabır" istiyoruz. Bunlar genellikle tahammül gerektiren kötü durumlar. Yani birçok kez sabrı, tahammülün karşılığı olarak görüyoruz. Oysa İslam felsefesinde  "ibadete -hatta-günahlara sabır" diye bir kavram var. İbadetin sürekliliği sağlamak sürecinde zaman zaman hissedilen rehavet ve yorgunluğa karşı bir meydan okuma hükmünde bu ifade. Hani bu "challenge"dediğimiz. İmani esasları kalbinde oturttuktan sonra sürdürülmeye çalışılan her ibadet ve günahlardan her vazgeçiş insandan nefsine bir "challenge" değil mi aslında? Bunlardan yola çıkarak aslında sabrın güzel bir motivasyon olduğunu da farkettim. 
***
"Sabrın çiçeği tahammülün sınırında açar." diye güzel bir söze rastladım. Bazen bu sözü düşünerek sabretmeye çalıştım bazı şeylere. Çiçekler açtırmak imgesini her yere göre yorumlayabilen biri olduğum için belki de hoşuma gitti bu ifade. Çiçekler açtıran yani güzelleştiren, iyileştiren bir yönü vardı demek ki sabrın. Günlük hayatımızın stres ve riyasının sabır gibi hislerle kompanse edilmeye de ihtiyacı vardı çünkü. Gündelik konuşmalarımızı düşündüm "Allah sabır versin, sabrım azalıyor, sabrımı zorlama, sabır taşım çatladı, sabırsızlıkla bekliyorum." Sabra işaret eden onlarca deyim. Aslında dilimizden, bazen dualarımızdan düşürmediğimiz bir kelime. Bir kaybı olanlara Allah sabır versin diyorduk, sabır ihtiyacı olan sadece oymuş gibi. Üzerine düşündükçe aslında her sabah "günaydın,Allah sabır versin!" Diye kullanılabilecek kadar elzem olduğunu gördüm. Günlük muhabbetlerimizi düşünün. Çalışma ortamında yaşadıklarımız, ülkemizin politik durumu, sağlığımızla ilgili endişelerimiz, sahip olduklarımızı kaybetme korkularımız, başarı kaygılarımız.. Dört bir yandan ruhumuza saldıran onlarca stres faktörü. Ve gerçek şu ki; en umursamaz görünenimiz bile evet, bir seylere sabretmek zorunda. 


***
Sabretmek konusundaki en büyük tehlike , sabrı olumlu bir pekiştireç yapmaktan öteye taşıyıp pasifize olmanın bir sonucu gibi davranmak. Yani duyarsızlaşmak. Duyarsızlaşmak asla sabretmek değil. Sabır hala derdine düştüğümüz tazeliği gerektirir. Somutlaştırmak gerekirse; alenen belli olan bir haksızlığa karşı "yapabilecek bir şeyler olmasına rağmen" susmak, sabır değil aslında gizli bir nefreti büyütmekte olan bir tahammüldür. Bu noktada tahammül ve sabrın ayrımının yapılması belki gerekli olabilir. Ben şu güne kadar sabrın elbette tahammülü içinde barındırdığını ancak tahammülün düşünsel olarak da içselleştirilmesini kapsadığını düşündüm. Tahammül bana daha çok 'katlanmak' sözcüğünü hatırlattı. Hani dayanıp dayanıp sonunda şiddetli bir şekilde patlanılan eylemler. Sabır ise pasif değil aksine iç dünyamız için aktif bir direnişti.

***
Sabrın motivasyonu bazen dini inançlarımızdı. Bazen yaptığımız zor şeyin insanığa faydalı olacağı düşüncesiydi. Bunu bilim insanları ile örnekleyebiliriz. Zorlu ve zevkten bolca taviz veren bir hayat tarzı benimseyebilmek herkesin sahip olabileceği bir meziyet değil. Bence buradaki motivasyon ve dolayısıyla sabır kaynağı manevi bir tatmin. Muhakkak içinde takdir edilme arzusu, benlik duygusu da var ama esasen ruha katılan bir şeyler var. Yani farkını ortaya koymak istediğim şey şu; nefretimizi körükleyen bir konuda intikam günü beklemek benim anladığım sabır değil. Buna dayanmak, katlanmak derim ama sabır asla. Sabrı hissettiğimizde insana ait bencil kaygıları küçümseyip, manevi bir doyuma ulaşmalıyız. Bu öyle bir his ki, nefretinizi söndürebilir, kaygınızı yok edebilir çünkü ruhu güçlendiren bir his olmalı bu.

***

Geçen gün oturup nelere sabrettiğimi(sabrettiğimi sandığımı) düşündüm. İnsanlar ve gereksiz kaprisleri geldi önce aklıma. Çağımızı düşündüm. Herkesin çok güzel, çok başarılı, çok zengin, çok akıllı.. hatta hastalık boyutunda "en" olmak ya da en azından böyle hissetmek istediği bir çağ. Çoğunlukla ahlaklı olmanız ya da doğru davranmanız duyarsız kimseler tarafından yok sayılıyor. Doğru davransanız bile doğru karşılığı alamadığınız için insan ilişkilerinde ahlaklı kalabilmek bir direnişi gerektiriyor. Öyle bir dönem ki  çoğunlukla fedakarlığınızın ya da anlayışınızın karşılığı sizi bulmuyor. Bu nedenle iyi ve güzel şeyler yapmak hususunda ekstradan motivasyona ihtiyacınız var. Takdir edilmiyor ve ödüllendirilmiyorsunuz sıklıkla. Ben gösterilen ahlaklı tutumlar konusunda insanların takdir edilmesi ve iyi hissettirilmesinden yanayım, elbette amaç bu olmayacak şekilde.Çünkü hayatın her alanında zaten zorluklar ve kötülüklerle, özellikle bencillikle mücadele etmek durumundayız. Belki acımasız bir cümle ama bazı insanlar çevresinde sadece onu öven insanlara yer veriyor. Herhangi bir açıdan üstünlük sağlayamadığı kişiyi yok sayarak hayatına devam ediyor. Bencilliği ödüllendiren bir anlayış bunun sebebi. İnsanların bireysel çıkarları uğruna birbirini ezmesini alkışlıyoruz bazen. Ahlaksızlığıyla kazanç sağlayan birini eklediğimiz "ama"larla kurtarmaya çalışıyoruz. "Ama helal olsun"lar bu döngüyü hızlandırıyor. Yine güzel bir tavır sergileyen herkesi de aynı "ama"larla acımasız bir şekilde öldürüyoruz. Son ahlaklı insana da "bu dünya böyle yaşanmıyor ki" dedirtitiğimizde rahatlayacakmışız gibi. Bütün bunlara katlanmak gerçekten sabır mıdır, diye düşündüm. Ses çıkarmayıp bir parçası olmak ve bunu normalleştirmek? "Ama"larımıza kendimizi aklamak belki sonrasında. Hayır, sabır değildi bu. 
Sonra kendimce önce basit kararlar aldım. Sürekli övülmeyi bekleyen, herkesi yönetmeye çalışan, kendini beğenmiş...(hani bu iş hayatında sık karşılaştığımız) kimseye boyun eğmek ya da tahammül etmek zorunda değiliz. Aksine kırıcı olmadan doğru bir üslupla kendimizi ifade edip, sonrasında ahlaklı olmayı sürdürebilmek bizim esas mücadelemiz  olabilir adına "sabır" dediğimiz. Çünkü sessiz kalıp bunu bir çekişme ve zamanın söylemiyle laf sokma mücadelesi haline getirmek olayı en çirkin noktaya taşımak oluyor. Bunları acı tatlı tecrübelerle çokça denemiş biri olarak fikrim bu. 
***

Şimdi gelelim asıl mevzuya, çok sevdiğim bir arkadaşım yine sevdiği birisinden bir cümle aktarmıştı. Cümle günlük sabrımızın sınırlı olduğuna dair. Ben sabrımı zorlayan her olayda bunu düşünmeye başladım. Hatta bir dönem belki takıntılı bir şekilde her şeyde "sabrımı harcamaya değer mi bu durum" sorgusuna neden oldu. İlk zamanlar yanlış anladığımı düşünüyorum şimdilerde. Ama şimdi bunun ne demek olduğunu biliyorum. İnsanın daha mutlu olamam ki dediği her anın bir inişi olduğunu, dünyadaki sıkıntıların asla bitmeyeceğini anladım. Zaten bu eşsiz duyguyu boş yere yaratmış olamazdı Allah. Sabrettiğimiz bazı şeyler bizim isteğimiz dışında çıkıyordu karşımıza. Hastalıklar, ölümler bunun en somut örneğiydi benim için. Bu kanıya da sanırım hastane servislerinde vardım. İnsanlar bir anda düşkün ve muhtaç konuma düşüyorlardı. Biri kısmı bunu hissedecek bilince de sahipti ama konuşamıyordu.Derdini anlatamıyordu, biraz hassasınız en fazla gözlerinden anlıyordunuz içini, biraz. O zamanlar dedim "sabır bu olmalı, böyle bir durumda zihnini sağlıklı tutabilmek gerçek bir direniş olmalı. Bu nedenledir belki bilinci kapalı hastalardan ziyade bu arafta kalmış hissi oluşturan ben de, konuşamayan felçli hastalar beni daha derinden vurdu. En sevdiklerinin bile onları anlayamadığını görmek, düşündükçe canımı yaktı. Sadece düşüncesi. Her aklıma geldiğinde derim Allah güç ve sabır versin. Çünkü yaşanabilecek en zor imtihanlardan olsa gerek, sabredebilenler ne güzel ruhlar, Allah onları korusun. Özellikle hastanede vakit geçirdikçe hayatın özünün zorluklarla dolu olduğunu gördüm. Çok şikayet ettiğim yorgunluktan şikayet etmekten vazgeçtim. Şükürler olsun o sırada en büyük sorunum buydu. Sonra şunu düşündüm, buna sabretmeyi kendim seçtim. Bu okulu kendim istedim, bunu seçerken beni motive eden bir hayalim vardı. Bu nedenle gelecekteki mesleğime harcadığım sabrıma artık üzülmemeye başladım. Yerinde kullanılmış bir sabır gibi geldi bana. Buradan sonra artık sabrettiğim şeylerin hayat ve düşünce tarzımı şekillendirdiğimi düşünmeye başladım. Bu doğrultuda kalbime iyi gelmediğini düşündüğüm şeylerden kimseye zarar vermemek şartıyla uzaklaşmak istedim. Sabrımın yetmediği(aslında sabrımın boşa gittiğini hissettiren) her şeyden elimi çektim. Çünkü gerçekten de "Umutla beslenmeyen sabır çabuk tükeniyordu." Ve güzel bir umuda bağlanan süreçler ne kadar zorlayıcı olsa da sabrı hakediyordu. Böylece hem o şeylere daha sıcak bakmaya başladım uzaktan, hem de sabrımı daha motive eden yerlere harcadım. Bu bana şimdilik iyi geldi. 

Son olarak ben  insanın bazen karşısındaki durum sabra layık olduğu için değil, sabır ruhuna layık bir his olduğu için sabrettiğine inanıyorum. Ve;



"Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle.
1- Asra yemin olsun ki, 
2- İnsan mutlaka ziyandadır. 
3- Ancak iman edenler, salih amel (iyi işler) işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna." İfadesinde geçen sabrın ne olduğunu anlamak için daha çok yaşamak ve düşünmek gerektiğine inanıyorum. Umarım idrak edenlerden oluruz. Sabırla..🌺




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Minerva’nın Baykuşu

Kısa masal: “Yorgunluktan ölüyorum” dedi arı. “Ben de ölmekten yoruluyorum” dedi kelebek.

27• gündoğumundan🌅 | İyi ki doğdum