“Arkamdan yürüme, öncülük etmeyebilirim. Önümden yürüme, takip etmeyebilirim. Sadece yanımda yürü ve arkadaşım ol.” diyemediğimiz günlerden geçiyoruz bir kısmımız. Birilerinin arkasından gitmek ve yüzü bize dönük olan birkaç kişiye de önderlik etmek gerekliliği var, kendi çapımızda. Çivisinin çıktığını bastıra bastıra söyleyen bir dünyaya dönüğüz. Duymuyor gibi yapmak imkansız. 

Gördüğümüz (bize gösterilen) kadarına tepki göstermek eleştirmek, anlamlandırmak, ayıklamak, görünmüyor olabileni düşünmek, araştırmak zorunda kalıyoruz. Beni en çok görünmeyen ve belki de hiç görünmeyecek olanlar yoruyor. İspatı her zaman mümkün olmayan suç ve suçluların peşindeyiz topyekun.  Ve tabi ki bilinmez masumların da. Çok sayıda bilinmeyen var ki bazen ortada denklem bile yok. Bunların arasında vicdan sahibi kalmak öyle zor geliyor ki... 

Hayatın sevdiğimiz tüm yönlerini unutturma çabası var bu olanların. Buna direnmenin yollarını aramaktan vazgeçiyoruz bazen, yorgunuz. Haksızlıklar adam kayırmalar o kadar sıradan hale gelmiş ki, tek tek üzülmeye ne gönülde güç var ne de ömürde vakit. En yakınımıza gelen birkaçını düşünüp sinirleniyoruz. Üzüleceklerimizin bile bir listesini yapmak ve içlerinden bazılarını seçmek zorunda hissediyoruz. Her şey öyle birikiyor ki bazıları elenmeye mecbur. Sevgiler de öyle, yeni adımlar da.  Kendi işine bakıp sakince yaşayabilmenin bağlı olduğu şartları düşününce ne denli büyük ve değerli bir özgürlük olduğunu anlıyorum.

İki çift laf ettiğim çoğu insan intihar öncesinde beş dakika konuşmuşum gibi hissettiriyor bana. Bu yüzden olsa gerek sürekli kendi kafamda yazarların kitaplarıyla konuşuyorum. En kötü tarafı da  çoğu insanın söylediklerinde büyük bir haklılık payı olması. Ne kadar uzak durmaya çalışsak da o çok uzakların,  evimize hatta kalbimizin içine müdahale edebilir olması korkutucu. 

Tüm bu yazdıklarımı günün her saati her dakikası hissetmiyoruz elbette, itiraf edelim her seye rağmen gülüyoruz, eğleniyoruz ki olması gereken budur. Beni asıl üzen bi kasvetli havanın karşımıza çıkan güzel his ve anlardan bizi soğutmuş olması, bir yaşam biçimi haline gelmesi.. Hiçbir seyden hiçbir zaman mutlu olamayacaklarımız var sanki aramızda. Ve bu hisler dönemsel değil, sürekli bir hal almış. Mutsuzluğun şeklimize bürünüp  etrafta gezmesi olağan karşılanır olmuş. Azıcık mutlu olan aptal kalıyor aralarında. 

Oysa şunca zamanki gözlemimle diyebilirim ki herhangi bir konuya takıp mükemmeliyetçi olmayan, sade, basit uğraşlara sahip, iç dünyasının özgürlüğünü korumuş insanlar da yok değil. Çok zengin, çok güzel, çok başarılı, çok zeki olmadıkları halde mutlu ve dengeliler. Bir şeyleri çok iyi, çok sakin  ve çok güzel yapıyorlar. Acıları ve de sevinçleri var. Hepsini utanmadan yaşıyorlar. Ve benim hayranlık hislerim onlara yaklaşıyor gitgide. Fazlasını istediğimiz her şeyin başımıza bela olduğuna ikna oluyorum. 

Çok beğendiğim ve yakında tanışma fırsatına eriştiğim birinin sözleriyle ümitsizliği ifade etmek istiyorum kendimi “ Güzellik, insanların gelecek düşlerinden çoktan çıkmıştı. Kimsenin ortak bir türküsü yoktu ve kimse türküsünü bir başına söyleyemiyordu.  Bir yere gitmeden gelecek birini bekliyordu herkes. Koro halinde susuluyordu ve yalnızca yüksek sesle konuşanlara inanır olmuştu insanlar. İncelik yalnızlığa dönüşe dönüşe bitmişti. Şiddetin coğrafyasında elbette gökyüzü bir lükstü ve ancak yağmur yağınca anımsanıyordu. Gittiği en büyük uzaklık evinden işi olanlara ne aşk, ne özgürlük, ne barış anlatılabilirdi. “ 

Ülkemizin yıllardır süregelen ve ataklar halinde içimize işleyen halini çok basit ama samimi anlatmış yazılarında. Kitabın altında çizili o kadar çok yer var ki keşke hepsini aktarabilecek yeteneğim olsa. Tüm zorlukların, engellerin, kaosun bilincinde ama koruması gerekenler de aklında. Ne müthiş bir denge, hayalci değil ama ümidini saklamış. Bir başka yazıda da ayrılığı şöyle tanımlıyor;

“Ayrılık ne biliyor musun? Ne araya yolların girmesi, ne kapanan kapılar, ne yıldız kayması gecede, ne güz, ne ceplerde tren tarifesi, ne de turna katarı gökte... İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık... Ödünç sesle konuşan bir kalabalık içinde kendi sesiyle silinmek. Birdenbire büyümesi, gülüşü artık yaprak kıpırdatmayan bir çocuğun. İnsanın yaşlandıkça kendi kuyusuna düşmesi..” 

Ben baktıkça etrafa, bugünlerde en çok bir milletin birbirinden tamamen kopup tüm ümitlerinin satın alınmasından korkuyorum. Kendini ayağa kaldıracak gücü bulamamasından. Ötekiyle uğraşıp kendi iç dünyasından kopmasından. Savaşmanın makul görüleceği ölçüde umudunu yitirmekten. Allah hepimizi, aklımızı ve kalbimizi, dünyamızı, ümidimizi korusun. Korusun ki gerisine dayanabilelim. Üzerimizde eksik olan her ne ise geri gelsin. 

Evet dünyada bir şeyler kötü, çok kötü ama hiç muhteşem olmadı, hiç de olmayacak aksilikler peşimizi bırakmayacak, bazı güzellikler gibi. Belki “dahaaabeterolcakherrşey”, bu hep olur. En büyük meziyet hayatı kabullenmek, bir inancı diri tutmak ve bunu hayattan kopmadan yapmak. Kendi hayatına tapıp dünyayı yok saymak tiksindiğim bir şeydir daima, bahsettiğim bu değil. Bir gün ölecek olduğumuzu bilerek yine de güzel yaşamak gibi bir şey işte. Değiştiremeyeceğin şeylerin yükünü kenara bırakmak ki, değiştirebileceklerin için cesaretin olsun. Mutlu olduğu için suçlu hissetmemek aksine ona tutunup geçebilmek acılardan. 


“Seni hiçbir dünya telaşına değişmedim ben. Evlerin ve kalabalığın ağırlığını sana üstün tutmadım.” diyebildiğimiz  bir şeyler lazım. Taparcasına, hayatı ele geçiren, özgürlüğü kısıtlayan kaprisli bir his değil ama güç veren, yola ışık olan, dünyayı ondan geçirerek sevilebilir kılacağımız bir şeyler... Yoksa dayanamayız. Yoksa yavaş yavaş ölmeden ölürüz.  Yaşatmanın kutsallığı biraz da birbirini buna ikna etmek değil mi? 

Güzel kitap| İnsanın acısını insan alır
Güzel kafa| Şükrü Erbaş
Güzel ses | Amanda Bergman & Amason
(bence şu ana kadarki en tatlı california dreamin’) 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Minerva’nın Baykuşu

Kısa masal: “Yorgunluktan ölüyorum” dedi arı. “Ben de ölmekten yoruluyorum” dedi kelebek.

27• gündoğumundan🌅 | İyi ki doğdum